Keçe sadece yünden yapılan, sıcak su, sabun, pres ve bir ustanın maharetli ellerinden çıkan bir materyal, bir obje değil bana göre. Keçe yapmak gerçekten büyük efor ve sabır isteyen bir uğraş.
Keçe ilk önce yünü tanımakla başlıyor çünkü her yünden keçe olmuyor, olsa da istenilen kaliteyi vermiyor. Sonra bu yünler yıkanıyor, kimyasal yada kök boyalarla renklendiriliyor. Sonra, sonrası usta ve ekibine kalmış...
Keçenin insana öğrettiği ilk şey; Çalışma disiplini.
Hep bir süreklilik ve ritimle çalışıyorsunuz. Önceleri sadece keçeyle ilgili olan bu ritim sonra günlük hayatınızın her bölümüne yansıyor. İç dünyanızda bir huzur, pasif olan enerjinizi aktif hale getirip, bir eser meydana getirmenin mutluluğunu yaşıyorsunuz.
Sonra keçe insana sabrı öğretiyor.
Desen yaparken öğreniyorsunuz bunu. Bu sabrı kamçılayan ise, her yün parçasını yüzeye yerleştirirken finale biraz daha yaklaşmanın heyecanı, sabr edenlerin, sonunda sevineceğini deneyimliyorsunuz, hem de defalarca ve sonunda sabrınıza değdiğini gözlemliyorsunuz eserinizle.
bir başka şey daha öğretiyor keçe; Yaratıcılık.
İçinizde var olanı dışarıya sunuyorsunuz, insanlarla paylaşıyorsunuz. insanların sizin yaptıklarınızı beğenip beğenmemesi değil önemli olan. Önemli olan sizin hayal dünyanızdan dışarıya çıkacak güzellikler için kapıyı aralamanız.
Bir düşünür “Tanrı’ya en yakın olanlar sanatçılardır çünkü onlar ilhamı direkt olarak Tanrı’dan alıp insanlara ulaştırır” diyor ve siz keçe yaparken bir iletken görevi yaparak ilahi olanla bir yakınlık kurmaya çalışıyorsunuz.
Bir başka şey daha öğretiyor keçe, makinalaşmış, her şeyi elde etmeye çalışan ve hayatı bütün bir koşuşturma içinde geçen günümüz insanına; Yavaşlamayı, zihni arındırmayı. Doğu felsefesinde buna meditasyon diyorlar. Yani kendinin, kendinle baş başa kalmasını sağlıyor bir terapi gibi ve ben şuna inanıyorum ki bir gün keçe yapmak bir terapi aracı olarak kullanılacak. Renkler dans ederken, bir gün sizde bu renklerin dansına katılacaksınız ve belkide keçenin en gizemli yönünü, mistik boyutunu keşfedeceksiniz ve o zaman keçe basit obje olmaktan çıkıp, yaşam biçiminiz olacak.
Keçe başka bir şey daha öğretir insana; Ben öznesini bırakıp, biz köprüsünü kurmayı yani ekip çalışmasını.
Eskiden klasik keçe ustaları bir çift keçe yapmak için 3-4 kişilik bir ekiple çalışırlarmış. Elbette o büyük keçeleri tek başına yapamazlardı. Kollektif bir şekilde çalışıyorlardı. Bir beyin yada bir kişinin enerjisi değil, 3-4 beyin ve 3-4 kişinin enerjisi ve emeği buluşuyordu keçede, desenlemede, tepmede ve pişirmede.
Bu ise ben (ego) merkezli bugünkü toplumumuzun en büyük eksikliği.
Keçe hakkında yazılacak çok şey var ama en önemlisi: Bir zamanlar çok popüler olan bu sanatın duraklama devresinden sonra tekrar insanlar arasında ilgi görmeye başlaması.
Avustralya , Kuzey Avrupa, Amerika ve elbette Türkiye’de keçeyi yeniden keşfetmek isteyen insanların çoğalması ve keçenin kullanım alanlarının genişlemesiyle de ticari yönünün artması bu sanatın gelecek kuşaklara aktarılmasında bize gerçekten büyük umutlar veriyor.
Celalettin Berberoglu |